31 Aralık 2014 Çarşamba

Manga Yorumu: Uzumaki - Junji Ito


Şu sıralar ben manyak korku mangaları okuma hastalığına kapılmış durumdayım. Nasıl, ne zaman başladı bilmiyorum. Bir baktım ki uyumadan önceki vakitlerimin vazgeçilmezi olmuş. İlk başlarda korkarım, uyuyamam diye çekinmiştim fakat kitaplardaki korku unsurları beni film ya da dizilerdeki kadar etkilemiyor. Dolayısıyla korku mangalarını zevk alarak, gönül rahatlığıyla okuyabiliyorum.

Junji Ito, H.P. Lovecraft ve Kazuo Umezu (ki kendisi ödüllü bir korku mangakasıdır) hayranı ve korku mangaları yazıp çizmekten aşırı zevk alan bir amca. Korku mangalarını araştırırken ilk dikkatimi çeken isimlerden biriydi. Sadece yazıp çizmekle kalmıyor, yarattıklarını deneyimlemeyi de seviyor olacak ki Uzumaki'de bize buna dair ipuçları bırakmış.

Gelelim Uzumaki'ye. Yazının bundan sonraki kısmı manga hakkında detaylı bilgi ve hassas bünyelerde ters tepecek korkunç ve kişiye göre iğrenç unsurlar içerebilir. 

9 Aralık 2014 Salı

Kitap Yorumu: Zehir Ustası - Maria V. Snyder


İlk defa bir yoruma "Allahallahallah!" nidalarıyla girmek istiyorum. Feci heyecanlanıyorum; ne yazacağımı kestiremiyorum, parmaklarımın yapacağı şeylerden korkuyorum. Evet, Zehir Ustası'nı -sonunda- okudum. Mübalağayla birlikte yıllardır kitaplığımda bekliyordu serinin diğer kitaplarıyla beraber. Ne olmuş bitmiş bilmiyorum: Bir zamanların en çok okumak istediğim kitaplarındandı. Seriyi yayınevine bizzat ben önermiştim. (Hani alkış?) Sonra arada kaynamış kalmış öyle. Aslında iyi de olmuş. İlaç gibi geldi bana! Art arda ortalama ve altı kitaplar okuyunca Zehir Ustası adeta imdadıma yetişti, sardı sarmaladı beni.

Önce şöyle kısaca bir konuyu anlatayım, sonra fangirl duygularımın dizginini bırakırım. Kitabın anlatıcısı Yelena, idamını bir yıla yakındır bekleyen bir mahkûm. Cinayetten hüküm giymiş olan Yelena'ya çeşnicilik teklif ediliyor. Yani, ya idamı seçecek ya da Ixia'nın komutanının yemeklerinde zehir var mı yok mu diye kontrol edecek. Hayatta kalma içgüdüsü galip gelen Yelena teklifi kabul ediyor. Böylece komutanın başmuhafızı Valek'in ona vereceği zorlu eğitime başlamış oluyor.

Ixia ile ilgili biraz konuşmak istiyorum; çünkü Maria V. Snyder'ın kurguladığı bu ülke bir hayli dikkatimi cezbetti. Önceden krallıkla yönetilen ülke, Komutan Ambrose'un yönetime el koyup kralı ve tüm ailesini ortadan kaldırmasıyla askeri yönetime geçmiş. Ülke bölgelere ayrılmış ve her bölgeye bir komutan atanmış. Davranış Yönetmeliği adlı bir yasalar topluluğu oluşturulmuş ve bu yasaların dışına çıkılması kat'î suretle yasaklanmış. Yeni askeri düzenin hem iyi hem de kötü yanları olduğunu gördüm ben. Monarşiye göre daha insancıl mesela. Hizmetlilere köle muamelesi yapılmaması dikkatimi çekti. İşlerini bitirdikleri sürece kendilerine zaman ayırabiliyorlar. Ancak yasaların yaptırımı çok fazla. En ufak bir merhamet göstergesi bile kabul edilmiyor. Bunun yanında Komutan'ın tavırları beni okurken oldukça şaşırtmıştı. Oldukça duyarlı bir yönetici. Belli başlı kuralları ve korkuları var. Örneğin, büyüye tahammül edemiyor; onun dışında beklenmedik kadar iyi bir karakter olarak lanse edilmiş. Sonradan ortaya çıkan sırrı ise beni hem şok etti, hem de çok sevindirdi. Yazarın bu ters köşesi koltuklarımı kabarttı açıkçası.

Kitap Yorumu: The Scorch Trials - James Dashner


The Scorch Trials, The Maze Runner (Labirent: Ölümcül Kaçış) serisinin ikinci kitabı olup, Labirent: Alev Deneyleri adıyla Pegasus Yayınları’ndan Türkçe olarak yayımlanmıştır. Kitabı İngilizce olarak okuduğum için orijinal adını kullanmayı tercih ettim. Ayrıca seriyi yine orijinal dilinde takip ettiğim için bazı terimlerin Türkçe çevirisindeki karşılıklarını bilmiyor olabilirim. Karışıklık olmaması için başlangıçta böylece belirtme gereği duydum.

The Maze Runner’ı okuyalı bir yıl geçti. Belki de daha fazla. Ancak filmini izleyeli ancak birkaç ay oldu. Aslında unuttuğuma emindim kitapla ilgili birçok şeyi, fakat film imdadıma koşunca ikinci kitabı okumanın zamanın geldiğini anladım.

Büyük bir heyecanla başlamıştım The Scorch Trials’a. Ne olacaktı? WICKED daha neler yapacaktı? Sevdiğim karakterlere bir şey olacak mıydı? Böyle düşüne düşüne kendimi kitabın içinde buldum. Heyecanımı körükleyici bir başlangıç da yaptı. Her şey yine gizemliydi, olaylar yine dur durak bilmiyordu. Ama sonra okul dolayısıyla araya başka ödevler, kitaplar sokmak durumunda kaldım. Otobüste gelip giderken okurum dedim ama hep ayakta tıkış tıkış kaldım. Oturduğumda da gözümü açamayacak durumda oldum. Böyle bir sürü sebepten dolayı kitabı bayağı ertelemek durumunda kaldım. Bu da benim kitaba olan bağlılığımı ve ona duyduğum heyecanı etkiledi dolayısıyla.

Yazının bundan sonrası azıcık ucundan spoiler niteliği taşıyabilir!


18 Kasım 2014 Salı

Anime Yorumu: Tokyo Ghoul


Aslında blogda anime yorumlamak gibi bir planım yoktu. Adına uygun olarak sadece kitap üzerine olmasını istiyordum. Sonra birkaç olay üst üste gerçekleşti. İlk önce Shingeki no Kyojin'i izleyip, bir güzel hayranı oldum. Zaman geçtikçe ona dair hislerimi yazıya dökmediğim için kendime lanet okumaya başladım. Ama artık çok geçti. Yorumları taze taze yazmayı ne kadar sevdiğimi biliyorsunuzdur. Ben hayıflandım, hayıflandıkça içimdeki yazma isteği büyüdü ancak bir türlü cesaret edemedim. Bugün Tokyo Ghoul'un son bölümünü izledikten sonra da bu isteğimi artık bastırmamaya karar verdim. Anlayacağınız, olabilecek en taze yorumla karşınızdayım. Zira en fazla 10 dakika önce (tabii burada yazıyı yazmaya başlarkenki süreden bahsediyorum) bitirmiş bulunuyorum Tokyo Ghoul'u.

Tokyo Ghoul aslında çok yeni bir anime. Sui Ishida'nın aynı adlı, 2011 tarihli 14 ciltlik mangasından uyarlanmış. 2014'te de animesi görücüye çıkmış. İlk sezonu 12 bölümden oluşan anime, Ken Kaneki'nin etrafında dönüyor ve ghoul (gulyabani, hortlak) adlı insan görünüşlü yaratıkları konu ediniyor.

Hikâyede Tokyo'daki faili meçhul cinayetler bir hayli artmış durumda. Aslında tam olarak faili meçhul denemez, çünkü bu cinayetlerin ghoullar tarafından işlendiğini herkes biliyor. Ghoullar (ben 'ghoul' demeyi tercih edeceğim çünkü 'gulyabani' falan demek kulağıma tuhaf geliyor), ilk bakışta insana benzeseler de esasen insanlardan veya birbirlerinden başka hiçbir şeyle beslenemeyen etobur yaratıklar. Oldukça vahşi olmalarının yanı sıra, kırmızıya dönüşen gözleri ve birazdan daha detaylı bahsedeceğim "kagune"leri ile dikkat çekiyorlar. Ghoullar, genel olarak insan içine karışabiliyorlar. Çok aç olmadıkları müddetçe ya da kendileri istemedikçe ne gözleri değişiyor ne de kaguneleri ortaya çıkıyor.

9 Ekim 2014 Perşembe

Kitap Yorumu: Duman ve Kemiğin Kızı - Laini Taylor


Kitabı bitirir bitirmez soluğu burada almış bulunuyorum. Galiba geri dönüşüm için muhteşem bir bahane olacak Duman ve Kemiğin Kızı. Çünkü kitabı okurken içimden sürekli hakkında bir şeyler yazmak geliyordu. Kuşkusuz son dönemde okuduğum en iyi genç yetişkindi. Keşke bitmeseydi dedirten, "Ne olacağını biliyorum" dediğinizde birkaç sayfa sonra lafınızı suratınıza yapıştıran, beni benden alan bir kitap. Galiba bunları yorumun sonunda söylemem gerekiyordu. Neyse, Laini kuralları yıktıysa biz de yıkarız arkadaş! En iyisi geyiğe bağlamadan geleyim fasulyenin faydalarına.

Kitabı bu yaz D&R indiriminden almıştım. Aslında İngilizce okuyacaktım ancak herhalde elime almamış olsam okuyana kadar aylar yılları kovalardı. Bu yaz, blogda Western filmlerindeki uçuşan çalıları görenler pek kitap okuyamadığımı, okuduklarıma da her ne hikmetse yorum yazamadığımı anlamışlardır. Durum böyle olunca bu güzelim kitabı da elimde az süründürmedim değil. Ne zaman uzun sürecek bir yolculuk göründü ufukta, o zaman tekrar bana el sallamaya başladı. Özellikle karayolu üzerinden yaptığım yolculuklarda deli gibi kitap okurum ben. Duman ve Kemiğin Kızı da güzel bir yakalayınca beni, işkencesi falan kalmadı o yarım günden fazla süren yolculuğun. Daha sonra da zaman buldukça okudum. Beş dakika bile olsa elime almadan duramadım. Sonuçta bugün itibariyle kitabı bitirmiş bulunmaktayım.

14 Ağustos 2014 Perşembe

30. ÜKG Blog Turu: Duvarların Dili Olsa - Alice Clayton



 
Bazen duvarlar o kadar incedir ki tutku aradan sızıverir. "Ah, tanrım."
Tak.
"Ah, aaahhh."
Tak tak.
Neler oluy...
"Oh, aahh, çok iyi!"

Caroline, San Francisco'daki yeni dairesinde ilk uykusundan işte böyle uyandı. Çapkın komşusunun adeta küçük bir haremi vardı. Her gece başka bir kadınla, Caroline'ın yatak başındaki tabloyu kafasına düşürecek kadar hızla duvarları gümbürdetiyordu. Hatta Caroline'ın kedisi Clive bile bu seslere kayıtsız kalamamış, düz duvara tırmanmaya başlamıştı. Artık uyku haramdı. Kapı deliğinde nöbet tutmasına rağmen bu gizemli adamın neye benzediğini bir türlü göremiyor, meraktan ve sinirden çıldırıyordu. En sonunda, bir gece, bu tantanaya daha fazla dayanamayıp hışımla adamın kapısını çaldı. İlk görüşte aşk, hiç bu kadar eğlenceli, komik ve tutkulu yazılmamıştı…


"Çıtır çerezlik kitap nedir?" diye sorulsa cevabım Duvarların Dili Olsa/Wallbanger olur. Şimdi efendim, kitabı uzun zamandır bilmeme rağmen hiç doğru düzgün ilgimi çekmemişti. Malum, türden bir hayli soğumuş biri olarak "Aman benden uzak dursun" diyerek yanına bile yanaşmamıştım. Tur kitabımız olmasına kısmetmiş.

Bu yorumu "yetişkin romanstan soğuyan bir okur" gözüyle yazıyorum. Öncelikle kitap sanıldığı gibi eğlenceli. Benden geçer puan almasının ilk sebebi bu. Ancak sürekli sırıttıran türde bir eğlenceli kavramı değil bu bahsettiğim. Sıkmayan, ama çok bir şey de vermeyen bir eğlence. İkinci artısı da türünün kitaplarının aksine entrikadan falan uzak olması. Romantik-komedi diyebiliriz belki kitaba. Biraz daha on sekiz yaş üstü versiyonu. 

21 Temmuz 2014 Pazartesi

Kitap Yorumu: Sinner - Maggie Stiefvater


Bu kitabı çok uzun zamandır bekliyordum. Çıkacağımı bilmediğim zamanlarda bile bekliyordum. Cole, The Wolves of Mercy Falls serisinde en sevdiğim karakterlerden biri olmuştur hep. Hem gizemli hem eğlenceli kişiliğiyle ve Cole St. Clair'a özgü karizmasıyla her zaman gerçek hikâyesini okuma isteğimi tetiklemiştir.

İşte Sinner, Cole'un kitabı. Daha doğrusu Cole ve Isabel'in. Kitap, her ikisinin bakış açılarıyla anlatılıyor. İlk başta hem Cole'u okuyacağım hem de Sam ve Grace hakkında ufacık da olsa bir bilgi alabileceğim için heyecanlıydım. O ufacık bilgi gerçekten de "ufacık" kaldı. Maggie kitabı tamamen Cole ve Isabel'e adarken, sonlarından bihaber olduğumuz ilk göz ağrılarımız Sam ve Grace'den mahrum bırakmış bizi. Yalnızca bir yerde Grace'le telefonda konuşuyor Cole. Onun dışında üniversiteye gidiyor olduklarını, durumlarının iyi olduğunu ve birlikte mutlu olduklarını bilmenin bize yeteceğini düşünmüş herhalde Maggie. Eh, bir nevi yetiyor da. Cole ve Isabel çiftini okurken unutuyorsunuz hepsini.

Sinner, tıpkı serinin diğer kitapları gibi kurtadam faktörünün yanında oldukça gerçekçi bir kitap. Hatta Cole dönüşümünü kontrol edebildiği için kurda dönüşme sahnesi oldukça az. Ama pek eksikliğini hissetmedim. Dediğim gibi çiftimizin gel-gitleri, Cole'un rock star hayatı derken aklınıza bile gelmiyor.

Sinner, Forever'dan sonraki zaman dilimini kapsıyor. Bu kez mekanımız ise Minnesota değil. Los Angeles. Giriş cümlesi bile "I am a werewolf in L.A." Evet, Cole uzun zaman sonra bir zamanlar eski grubu NARKOTIKA'nın turu için geldiği L.A.'e geri dönüyor. Ama ne için? Elbette Isabel için!

Isabel Culpaper, talihsizliğin peşini bırakmadığı kız, annesi ile beraber kaldığı L.A.'de hem çalışıyor hem de üniversite okuyor. Tek hedefi doktor olmak. Bir de yaşadığı her şeyi unutabilmek. Erkek kardeşi Jack'in dönüştüğü kurttan kurtulmak için ölüşünü, evinde çıplak bir genç adamın belirip kendisini öldürmesine yardım etmesi için yalvarışını, o genç adama aşık olduğu gerçeğini, ailesinin parçalanışını... Anlayacağınız Isabel'in her gün düşünmek zorunda olduğu çok şey var. Ama o her şeye rağmen gerçekte olduğu kız olmaya devam ediyor. Cole'u ona çeken en önemli şey de bu galiba.

18 Temmuz 2014 Cuma

Kitap Yorumu: Avcı - Jennifer L. Armentrout


Bu kitapla beraber bir serinin daha sonuna gelmiş bulunuyoruz. Bu Jennifer'ın bitirdiğim ilk serisi. Aynı zamanda Melez de okuduğum ilk kitabıydı. İçimin buruk olması gerekir normalde ama nedense pek değil. Galiba içimdeki sıkıntının tek kaynağı Sethsizlik olacak. O konuya birazdan derinlemesine gireceğim.

Benim için Melez Sözleşmeleri serisinin zirve kitabı Tanrı'dır. Onu nasıl deli gibi okuduğumu hâlâ hatırlarım. Tepeye çıktıktan sonra nedense beklentilerimin altına düştü hep. Avcı da aynen öyleydi. Aslında kitap çok uzun süre kitaplığımda sırasını bekledi. Canım okumak istemedi. Belki seri bitsin istemedim, belki gerçekten Jen'i okuyasım yoktu. Bilmiyorum. Sonuç olarak eve dönüş yolculuğum için seçtiğim kitap Avcı oldu. Biraz normalden uzun sürdü okumam. O yüzden de hafif önyargılı bakıyorum galiba.

Serinin bu final kitabında Alex'in Ares'le son mücadelesine hazırlanışına tanık oluyoruz genel olarak. Okuyanlar biliyordur; Savaş Tanrısı Ares'in ortaya çıkmasından sonra dünyaya bir tür kaos hâkim olmuştu. Safkanlar ve Melezler de yaklaşan savaşın farkındaydılar. Avcı'nın henüz başlarında iken geçen kitapta Jennifer'a sövüp saymama yol açan olay açığa kavuştu. Ne hikmetse Seth'i birdenbire hain pozisyonuna sokmuş, hayallerimi bir güzel paramparça etmişti. Bu kitabın başlarında ise Seth'i tekrar görüyoruz. Ve ilk kitaplardaki kadar olmasa da favori karakterimi bir önceki kitaptan biraz daha fazla görmek kitap için artı puan olarak eklenebilir.

Nerede kalmıştık? Seth'in geri dönmesi ile beraber Alex ve diğerlerinin planı da netleşiyor. Bu savaş ve yıkımı durdurmanın tek çaresi Ares'i ortadan kaldırmak. Ancak On İki'den birini yok etmek öyle kolay bir iş değil. Bu yüzden beklenmedik bir yardımcıya ihtiyaç duyuyorlar. Kitabın en şaşırtıcı olayı da bu oldu benim için. Böylece Alex, Aiden ve Seth Yeraltı Dünyası'nı bir kez daha ziyaret etmek durumunda kalıyor. Açıkçası Yunan Mitolojisini çok seven biri olarak en zevk aldığım kısımlardan biri hep Yeraltı Dünyası olmuştur. Her yazar farklı bir hayal dünyası seriyor önünüze ve bu çok hoşuma gidiyor.

9 Haziran 2014 Pazartesi

26. ÜKG Blog Turu: Daima Aşk - Sandi Lynn



Ellery, sevgilisi ile New York'a taşındığında küçük evlerinde sonsuza kadar mutlu yaşayacaklarını düşünmüştü. Sevgilisinin pılını pırtını toplayıp "biraz zamana ihtiyacı" olduğu için onu terk edeceğini düşünmemişti. Ellery, tek kaldığından ve yalnız olmaktan korktuğundan kendini sanatına ve resimlerini gömmüştü... ta kibir gece gizemli, sarhoş bir yabancının evine sağ salim gitmesine yardım edene dek. Bu gizemli yabancının CEO ve milyoner Connor Black'ten başkası olmadığını bilemezdi. Connor Black ertesi sabah Ellery'yi kendi mutfağında bulduğunda ve onun yatıya kalanlar hakkındaki ilk kuralını bozduğunu sandığında Ellery'nin sadece inatçılığı ve meydan okuması değil, iyi yüreği de ilgisini cezbetmişti. Connor Black, duygusal olarak yıkılmış ve yıpranmıştı, yaşadığı kişisel bir trajediden dolayı asla sevmemeye ve aşık olmamaya yemin etmişti... ta ki Ellery Lane kazayla hayatına girene dek. Görüşmeye başladıktan ve Eller yona kendi dünyasını gösterdikten sonra Connor bir şey hissetmeye ve daha önce varlığından bile habersiz olduğu duygular hissetmeye başlar. Connor Black ve onun kadınları kötüye kullandığına dair söylentilere ve uyarılara rağmen Ellery kendini onun dünyasına çekilirken bulur. Eller yasla birlikte olamayacaklarını biliyordur çünkü Connor'ı sonsuza dek duygusal olarak yok edebilecek derinbir sır saklıyordur. Connor ve Ellery'nin cesaret, sevgi ve güç yolculuğunda onlara katılın. Bunlar onları kurtarmaya yetecek mi?

1 Haziran 2014 Pazar

Kitap Yorumu: Paris'te Aşk - Stephanie Perkins


Paris'te Aşk/Anna and the French Kiss aniden aklıma esip okuduğum ve çabucak bitirdiğim kitaplardan biri oldu. Esasen başlangıcı son derece sıradan ve sıkıcıydı. Oldukça tahmin edilebilir olduğunu eklememe gerek bile yok herhalde. Ancak ilerleyen sayfalarda karakterlere ısınmaya başladım ve kendimi devamını merak ederek sayfadan sayfaya zıplarken buldum.

Anna Oliphant, babasının zoruyla Paris'teki Amerikan okuluna gönderiliyor. Ama Anna Paris'e gitmeyi zerre kadar istemiyor. O, annesi ve erkek kardeşinin, en yakın arkadaşının ve hoşlandığı çocuğun olduğu "evinde" kalmayı yeğler. Ne yazık ki babasının kararlılığı galip geliyor ve Fransızca olarak neredeyse yalnızca "Oui"yi bilir hâlde kendini Işıklar Kenti'nde buluyor.

Anna için işin iyi tarafı gönderildiği okulun kendisi gibi Amerikalı öğrencilerle dolu olması. Yoksa yabancı ülkenin yabancı şehrinde kaybolacağından emin. Fakat o öğrenciler de genelde ailevi sorunları olan, uzağa gönderilmiş çocuklar. Yani Anna'nın ilk başta alışma evresi bir hayli zor oluyor. Ne var ki yan oda komşusu Meredith vasıtasıyla edindiği yeni arkadaşları onun bu evreyi atlatmasına yardımcı oluyorlar. Özellikle de bir tanesi. Yani Étienne St. Clair.

28 Mayıs 2014 Çarşamba

25. ÜKG Blog Turu: Bela - Sally Green


Tur Takvimi:
27.05 | Kitap Esintisi - Yorum
27.05 | Yorumbaz - Yorum
28.05 | Sevgili Kitap - Yorum & Okuyucu Testi
28.05 | Kitab-ı Sevda - Yorum
28.05 | Kitap Hayvanı'nın Günlüğü - Yorum


Sen bir cadısın, yarı Ak, yarı Kara. Okuyamıyor, yazamıyorsun ama iyileşiyorsun hızla. Karanlık çökünce kapalı bir yerde kalırsan hasta oluyorsun. Annalise'e çok âşıksın ama Ak Cadılardan nefret ediyorsun. On dört yaşından beri bir kafesin içinde tutsaksın. Kaçmalı ve o korkunç, katil babanı bulmalısın. Bunu başarmalısın, on yedinci yaş gününden önce hem de. Çünkü sen yok edilmesi gereken bir Bela'sın.
"Karanlık ve tüyler ürperticibir hikaye, unutulmaz bir anakarakter."
-Publishers Weekly-
"İyiyle kötünün sınırlarını zorlayan,korkutucu ve çarpıcı bir kitap. Nathan'ınhayatta kalma savaşı incecik bir ipin ucunda -üstelik bu daha başlangıç."
-Booklist-
"Fazlasıyla iyi ve tehlikeli bir şekilde bağımlılık yapıcı."
-Time-

12 Mayıs 2014 Pazartesi

J. Lynn's TEMPTING THE BODYGUARD Release Day Launch

Merhabalar,

Jennifer L. Armentrout'un J. Lynn adıyla yazdığı yetişkin serisi Gamble Brothers'ın çıkan son kitabı Tempting the Bodyguard'ın çıkış günü partisi için buradayız bugün. Aşağıda kitabın kapağını bulacaksınız. Serinin ilk iki kitabını okumuş ve yorumlamıştım. Tempting the Best Man ve Tempting the Player'ın yorumlarını ulaşmak için üzerlerine tıklamanız yeterli. 

We are extremely excited to celebrate the release of J. Lynn's TEMPTING THE BODYGUARD!!! TEMPTING THE BODYGUARD is an Adult category romance novel being published by Entangled Publishing’s Brazen imprint and is a part of Jennifer’s Gamble Brothers Series!


9 Mayıs 2014 Cuma

24. ÜKG Blog Turu: Efsane - Marie Lu


Tur Takvimi:

7.05 - Kitap Yorumu (Kitab-ı Sevda)
7.05 - Kitap Yorumu (Yorumbaz)
8.05 - Yazar Hakkında (Zimlicious)
9.05 - Kitap Yorumu (Kitap Hayvanı)
9.05 - Kitap Yorumu (Kitap Esintisi)
10.05 - Kitap Yorumu (Sevgili Kitap)
10.05 - Kitap Yorumu (Romancekolik)



Bir zamanlar Amerika Birleşik Devletleri’nin batı kıyısı olarak bilinen yerde şimdi Cumhuriyet adında, komşularıyla sürekli savaşan bir ülke vardır. Cumhuriyet’in seçkin sınıfından gelen on beş yaşındaki üstün yetenekli June, askerî bir dehaya sahiptir. İtaatkâr, hırslı ve kendini ülkesine adamış bu genç kız onun uğruna her şeyi yapmaya hazırdır. Fakir bir aileden gelen on beş yaşındaki Day ise ülkenin en çok aranan suçlusu ve bir devlet düşmanıdır. Kendisi gibi asker olan ağabeyi Metias öldürülünce June, Day’in peşine düşer. İnandıkları şeyler uğruna savaşan bu iki gencin kesiflen yolları, onları Cumhuriyet’in karanlık sırlarına götürecektir.
“Efsane, söylendiği kadar iyi olmakla kalmıyor, bunu kesinlikle hak ediyor.” -THE NEW YORK TIMES
“Bir ‘efsane’ doğuyor.” -USA Today
“Bilimkurgu ve aksiyonun heyecanlı bir karışımı... Bu kitap Açlık Oyunları hayranlarına okumaya değer bir şey verecek.” -Voya
“Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı, kıyamet sonrası dünyada geçen romantik bir gerilim… Efsane’yi elinizden düşüremeyecek ve kesinlikle unutamayacaksınız.” -Kami Garcia
“Farklı karakterleri, yüksek tansiyonu ve siyasi entrikalarla dolu ilgi çekici distopik bir dünya. Eğer Açlık Oyunları’nı beğendiyseniz bu kitaba bayılacaksınız.” -Sarah Rees Brennan


Efsane, uzun zamandır beklediğimiz kitap sonunda elimize ulaştı; biz de tüm ekip olarak bunu kitabı durmaksızın okuyarak kutladık. Ben de elime geçer geçmez başladım ve biraz geç saatlerde de olsa bitirmiş ve yorumu yazmaya hazır hâlde huzurlarınızdayım.

Yıl 2130. Yer eski Amerika Birleşik Devletleri'nin yerine kurulmuş olan Kaliforniya Cumhuriyeti. Cumhuriyet'te ya devletin yanında kalıp hayatınızı sağlıklı ve zengin bir şekilde sürdürürsünüz ya da sürünerek yaşarsınız. Yapmanız gereken tek şey Cumhuriyet'in kurallarını sıkı sıkıya bağlı kalmak. Aksi takdirde çalışma kamplarında sürünebilir, ailenizi bile geçindirmeye yetmeyecek bir ücretle en kötü çalışma koşullarında çalışılmaya gönderilebilir ya da Cumhuriyet tarafından idam edilebilirsiniz.

8 Mayıs 2014 Perşembe

Kitap Yorumu: Ignite Me - Tahereh Mafi


Ignite, my love. Ignite.

Öncelikle çok sevgili Adam taraftarları... Neyse, size laf atmayacağım. Gülmeyeceğim de. Çünkü mutluyum. Çünkü bir seri ancak bu kadar güzel bitirilebilirdi. Çünkü bir yandan da fena hüzünlüyüm. Çünkü gülerken ağlayacak durumdayım.

Ignite Me, Bana Dokunma/Shatter Me serisinin üçüncü ve final kitabı. Juliette'in serüveninin son ayağı. Çok sevdiğimiz karakterlere elveda dediğimiz kitap. Serinin bu son kitabında Yeniden Kuruluş/The Reestablishment'un karşısına çıkmaya ve kaybettiği dostlarının intikamını almaya yemin etmiş bir Juliette karşılıyor bizi. Juliette serinin başından beri kendine özgüveni olmayan, yıllarca dışlanmanın etkisiyle her türlü sosyal olma durumunda donup kalan, gücünden delicesine korkan bir kızdı. Kitaplar ilerledikçe onun gelişimini gördük. Ve Ignite Me Juliette'nin kişiliğinin oturmasının son aşamasıydı. Tahereh'i bu yüzden çok seviyorum; karakterleri her kitapta çok ayrı yerlere oturtmuş. Ne ilk kitaptaki Juliette aynı sondakiyle ne Adam ne de Warner. Zaman geçiyor, olaylar gelişiyor, onlar da bizimle beraber değişiyor ya da farklı özelliklerini gösteriyorlar.

Beni Bırakma/Unravel Me'nin sonunda hatırlarsanız Juliette ölümle burun buruna gelmişti. Değer verdiği herkesten ayrı düşmüş, en büyük düşmanı tarafından ise hezimete uğratılmıştı. Onun bu durumda yanında olan ve kendine gelmesine yardım eden Warner'dan başkası değil. Omega Point'in yerle bir olmasıyla birlikte Juliette'in elinde kalan tek kişi de o zaten. Ancak Warner, ortaya çıktığı andan beri Juliette karşı takındığı farklı tavırlara yenilerini ekleyip duruyor. Warner meselesine gelmek üzereyim, o yüzden fışkıran fangirllük duygularıma karşı şemsiyelerinizi hazırlayın. Sırılsıklam âşığım kendilerine. Bu kitapta daha da âşık oldum. Mümkün değil diyordum ama mümkünmüş.

2 Mayıs 2014 Cuma

Kitap Yorumu: Stolen: A Letter to My Captor - Lucy Christopher


Çok sevgili yazarım Maggie Stiefvater'ın favorileri listesinde görüp de okunacaklar listeme eklediğim, sonra da yıllar sonra hatırıma düşüp okuduğum kitaplardan biri daha Stolen.

Günlerden bir gün Kitap Hayvanı'nın kısa zaman içinde yetiştirmesi gereken bir ödev varmış. Bu ödev için de okuması gereken bir kitap. Ama bizim Kitap Hayvanı ne yapmış; gitmiş en olmaması gereken anda kendine bu kitabı bulup bir anda başlamaya karar vermiş. Ardından saatlerce okumuş ve yarım günde bitirmiş.

Kısa ancak ibretlik masalımdan da anlaşılacağı üzre Stolen elimden sadece üç ya da dört kez bırakıp soluksuz okuduğum kitaplardan biri oldu.

Gemma, ailesiyle beraber bulunduğu Bangkok havaalanında ona tuhaf bir şekilde tanıdık gelen bir yabancı ile tanışır. Ve daha sonra o yabancı tarafından kaçırılır. Onu esir alan adam tarafından çok uzaklara, Avustralya'ya kadar götürülür ve ansızın kendini hiçliğin ortasında, medeniyetten ve kaçma imkânı olabilecek her şeyden yoksun sadece onunla, yani Ty'la baş başa bulur.

Ben görmeden önce gördün sen beni. Ağustos'un o gününde, havaalanında; gözlerinde o bakış vardı, sanki benden bir şey istiyordun, sanki o şeyi çok uzun zamandır istiyordun. Kimse daha önce bana öyle, bu yoğunlukta bakmamıştı. Beni huzursuz etti, şaşırttı sanırım. O mavi masmavi gözler, buz mavisiydiler ve onları ısıtmamı beklermiş gibi bana bakıyorlardı. Güçlülerdi ve biliyorsun, o gözler, oldukça güzeldiler de.

Henüz on altısında olan Gemma bu muhtemelen kaçık adamın kendisinden ne istediğini bile bilmemektedir. Ancak Gemma elinden gelen her şeyi dener. Kaçmaya çalışır, Ty'a zarar vermeye hattâ onu öldürmeye çalışır. Ne yazık ki çölün ortasında, Ty'ın kendileri için yarattığı ve ne haritalarda ne de başka bir yerde var olan bir yerde sıkışıp kalmıştır.


20 Nisan 2014 Pazar

Kitap Yorumu: Sırça Fanus - Sylvia Plath


Sylvia Plath'in adını çok uzun zamandır duyarım. Şiirlerinden haberdarım. İyi bir şiir okuyucusu olmasam da bazı dizeleri bir an durup düşünmemi sağlamıştır. Plath'in tek romanı olan Sırça Fanus'tan da haberdardım ancak elime almam nedense CNR Kitap Fuarı'nda Kırmızı Kedi standında görünce ancak gerçekleşti. Fazla düşünmeden kitabı aldım. 

Psikoloji ve psikolojik romanlar okumayı her zaman sevmişimdir. İnsan beyni ve gizemleri beni çok etkiliyor, sırlarını keşfetmek istememe yol açıyor. Daha önce bu kadar baskın bir psikolojik roman olan Sana Gül Bahçesi Vadetmedim'i okuduğumu hatırlıyorum. Onu da Sırça Fanus'u okuduğum açlıkla okumuş, bana bir şeyler öğrettiğine memnun olmuştum. Ancak Sırça Fanus sadece bir psikolojik roman değil. İçinde pek çok dikkat çeken unsur var. Feminizm ve sosyolojik çıkarımlar, kimlik bunalımları hattâ yazma macerası. Üstelik kitabın dili sandığınızın aksine oldukça sade ve anlaşılır. 

23 Mart 2014 Pazar

23. ÜKG Blog Turu: Kocan Kadar Konuş - Şebnem Burcuoğlu




“Türkiye’de kadınların DNA’larına kodlanmış olan evlenme
saplantısı, ne yazık ki bizim ailede daha yoğun. Millete ailesinden genetik miras olarak mavi göz kalır, bize bu evlenme saplantısı kalmış. ‘Sinek kadar eri olanın dağ kadar feri olurmuş’ atasözü, anneannem Peyker’in lafıdır. Yani o sözü söyleyen ata, bizzat benim anneannem.
Sözün özü, kocan varsa varsın, yoksa da geçmiş olsun. Hele ki bir de 30’una gelip de bekâr kaldıysan bu dünyada yatacak yerin yok!”
Evli misin?
Ya nişanlı?
Sevgilin var mı?
O da mı yok!
Yaş kaç?
Hmm. Anlaşıldı.
Sen en iyisi bu kitabı bir oku. Yalnız değilsin Türk kızı! Senden
çok var –ay bunu da yanlış anlayıp trip atarsın sen şimdi.
Yok, öyle demek istemedik. Ailen, çevren, eşin-dostun-arkadaşınkankan, hepsi evlilik lafı ediyor değil mi? Ama zor iş.
Koca bulmak ÇOK zor iş arkadaş…

Oldukça talihsiz bir dönemde olan ben çok merak ettiğim bu kitabı, çok sevgili kargo sağ olsun elime ulaşamadığından, okuyamadım. Bu yüzden kendime acıma kısmını bırakıp sizi kitabın ön okumasına davet ediyorum.

Kitap Yorumu: Anna: Kan Giyinmiş Kız - Kendare Blake


Anna: Kan Giyinmiş Kız'ı CNR Kitap Fuarı'nda oldukça makul bir fiyatta görünce dayanamayıp almıştım, halbuki listemde o kadar da üstte değildi. Arada böyle kaçamaklar yapmak eğlenceli oluyor; özellikle de Eleanor & Park gibi duygu fırtınalarına yol açan kitaplardan sonra. 

Cas Lowood ile tanışın. Kendisi bir hayalet avcısı. Ne kadar bu isimden hoşlanmasa da. Ama işinden hoşlanıyor.  Cas, tam adıyla Theseus Cassio, babasından ve babasına da atalarından kalan bıçağıyla, insanları öldüren dünyada hapsolmuş hayaletleri ait oldukları yere geri göndermeyi görev edinmiş. Henüz on yedi yaşında olmasına rağmen kendini adadığı işinde oldukça başarılı. Aslında kendini fazla kaptırmış bile diyebiliriz. Cas, hayaletlerin peşinde o şehirden o şehre sürüklenirken okulu ya da sosyal çevreyi pek de umursamıyor. Onunla birlikte yolculuk eden annesi, kedileri ve ona hayaletleri bulmasında yardımcı olan ihbarcılarıyla oldukça hayatından memnun. Sayılır.

Cas'e mesleğini miras bırakan babası bir hayalet tarafından vahşice öldürülmüş. Cas de bir yandan yapması gerektiği gibi hayaletleri öldürürken diğer yandan babasının katili olan hayaleti araştırıyor. 

Anna Karlov, Cas'in karşılaşmayı heyecanla beklediği yeni avı. Anna, kasabalıların deyimiyle "Kan Giyinmiş Anna" evine adım atan herkesi parçalara ayırmasıyla meşhur, güçlü bir hayalet. Bana biraz Carrie White'ı anımsattı. Ama o diğer hayaletlerden biraz farklı. Bunu Cas de fark edince Anna'nın davası daha çekici bir hâl alıyor elbette. 

16 Mart 2014 Pazar

Kitap Yorumu: Eleanor & Park - Rainbow Rowell


Eleanor & Park, "Sevsem mi, yoksa nefret mi etsem?" diye sizi ikilemde bırakacak kitaplardan. Seviyorsunuz çünkü; eh, kitap harika canım! Ama nefret de etmek istiyorsunuz çünkü sizi enkaz hâline getirerek bırakıyor. 

Rainbow Rowell'in kitaplarını daha önce okumamıştım. (Söylemeden geçemeyeceğim; Rainbow ne güzel bir isimdir!) Aklımın bir köşesinde duruyorlardı ama elime geçmedikçe aklıma bile gelmezdi galiba. Geçtiğimiz yılbaşında çok sevdiğim bir dostum bana hardcover baskısını hediye edince sevinçten havalara uçtum. 

Hafta başından beri kitabı okuyorum ve elime her aldığımda zamanın nasıl geçtiğini unutuyor ve bırakmak istemiyordum. Bir yandan da ertelemek istiyordum çünkü bitsin istemiyordum. Otobüste, dersin başlamasını beklerken, evde, anlayacağınız pek çok yerde okudum kitabı. Bir yandan da sürekli beğendiğim alıntıların resmini çekiyordum. Telefonla kitap ayrılmaz bir bütün hâline gelmişti. Ne kadar çok yeri not aldığımı aşağıda da göreceksiniz. Kitabın bitmemesi için çok çabaladım. Ancak son kırk sayfaya geldiğimde artık geri dönülmez bir yolun içine girmiştim. Bir "insan" olduğumu unutarak okudum ve kapağı kapattığımda içimde koca bir boşluk vardı.

Eleanor biraz "farklı" bir genç kız. Tupturuncu, kıvırcık saçları, biraz maskülen tuhaf giyimi ile dikkatleri üzerine çekmek için yaratılmış gibi adeta. Ama kimse onu "iyi tuhaf" olarak görmüyor. O "tuhaf tuhaf", şişman, ucube kız. Park ise çizgi romanları ve walkman'ini yanından ayırmayan Asyalı çocuk. Birbirinden zıt bu iki kutup okul servisinde yan yana geliyor.

8 Mart 2014 Cumartesi

Kitap Yorumu: Bir Sır Saklı İçimde - Julie Berry


Bir Sır Saklı İçimde'yi bir süredir merakla bekliyordum. Ne kadar fantastik ya da çağdaş kitaplara merakım olsa da bu türde kitapları da sevdiğimi arada bir kendime hatırlatmam gerek. İnsanı derinden etkileyecek, asla unutulmayacak türde kitapları yani.

Kapağına falan aldanmamak gerek. Ben de elimde gezdirirken tipik genç yetişkin paranormal romanı sanılmasına ve burun kıvrılmasına tanık oldum. Ama bu kitap kapağından çok daha fazlası. Tabii yorum yapmam gerekirse ben kapaktaki ağız detayını çok sevdim.

Judith, yıllarca bir adam tarafından esir olarak tutulmuş bir kız. Orada pek çok şeye tanık olduktan sonra birgün evine, kasabasına geri dönüyor. Ama orada olanları anlatamayacak biçimde. Hayatının iki senesinin çalınmış olması yetmezmiş gibi konuşma gücü de elinden alınmış olarak.

Zaten çok konuşkan bir kız değildi Judith. Ancak artık bildiği bir şeyler var. İnsanların ona takındığı tavır, öz annesinin bile onu kafasında koyduğu yer korkunç. Judith varlığı ve yokluğu hiçbir şey ifade etmeyen bir insana dönüşüyor. O kadar yaşanmışlığın arasında da aklını en çok meşgul eden şey çocukluk aşkı Lucas.

19 Şubat 2014 Çarşamba

21. ÜKG Blog Turu: Sana Kapıldım - Laurelin Paige




17.02.14 | Kitab-ı Sevda - Yorum
17.02.14 | Romancekolik - Yorum
18.02.14| Sevgili Kitap - Ön Okuma
18.02.14 | Kitap Esintisi - Alıntılar
18.02.14 | Yorumbaz - Yorum
19.02.14 | Zimlicious - Yazarla Söyleşi
19.02.14 | Kitap Hayvanı'nın Günlüğü - Playlist





Alayna saplantıları içinde boğuluyor. Hudson’ın ise kendine ait sırları var. Belki de ihtiyaçları olan şey birbirlerini bulmaktır.İnsanları gizlice takip etmek ve hakkında yasaklama emirlerinin çıkarılması Alayna Withers'ın geçmişinin bir parçasıydı. İşletme üzerine yüksek lisansını eline alan Alayna, kendi geleceğini çizmişti. Çalıştığı gece kulübünde yükselmeyi hedefleyecek ve saplantılı aşk sorununu tetikleyecek her türlü erkekten uzak duracaktı. Müthiş plan. Ama Alayna gece kulübünün yeni sahibi Hudson Pierce'i hesaba katmamıştı. Geçmişteki dürtülerini kontrol altında tutmak isteyen Alayna, akıllı, zengin ve yakışıklı tiplerden hep uzak durmaya çalışmıştı.
Ama Hudson onu bir kere gözüne kestirmişti.
Alayna'yı yatağında istiyordu ve bunu açıkça belli etmişti. Reddedemeyeceği bir iş teklifinde bulununca Alayna için Hudson'ı görmezden gelmek imkansız hale gelmişti. Gittikçe onun dünyasına çekiliyor, çekimine kapılıyordu. Hudson'ın karanlık sırrını öğrendiğinde ise kapılabileceği en kötü adama aşık olduğunu öğrenmesi için çok geç olacaktı.
Belki de kusurlu geçmişleri birbirlerini iyileştirmeleri ve sonunda hayatlarında eksik olan aşkı bulmaları için onlara bir fırsat tanıyacaktı.



Playlist: 


Uygulamayı göremiyorsanız playlist'i buradan da dinleyebilirsiniz:
http://www.podsnack.com/darkshadowisborn/avtka1hx

Çekiliş: 



7 Şubat 2014 Cuma

Kitap Yorumu: Kâğıttan Kentler - John Green


Bir John Green fırtınasıdır gidiyor. Aynı Yıldızın Altında, Alaska'nın Peşinde derken Green'in Türkçede yayımlanan son kitabı Kâğıttan Kentler oldu. Pegasus Yayınları'nın yine ciltli bastığı kitabı çok sevgili bir dostum ile beraber bir tür yeniyıl değiş-tokuşunda almıştım. Yani şöyle oldu; "Neden birilerinin bize hediye almasını bekleyelim, (Zaten kimse almayacak)" dedik ve ikimiz de istediğimiz kitapları birbirimize aldık. Ben ona defalarca övdüğüm Aynı Yıldızın Altında'yı aldım, o ise bana Kâğııttan Kentler'i. Hemen o gün kitapları değiştik ve ta-da! Galiba bu işten en zararlı çıkan o oldu çünkü geçtiğimiz günlerde bana ne kadar etkilendiğini anlatıyordu.

Margo Roth Spiegelman, Quentin Jacobsen'in çocukluğundan beri uzaktan izleyerek hayranlık duyduğu komşusu. Margo popüler. Margo güzel. Margo zeki. Margo farklı. Margo maceraperest. Quentin, daha çok seslenildiği adıyla Q, ise onunla çocuklukta bir süre oynamış sıradan bir çocuk işte. Uzun zamandır doğru düzgün konuşmamışlar. Ancak Q, Margo'nun imza attığı aktivitelerden haberdar. İçten içe tek dileği çocukken olduğu gibi onlardan birine davet edilmek.

Margo'nun Q'nun hayatına yeniden girişi ani bir şekilde oluyor. Bir gece çocukcağızın penceresinde beliriyor. Tamamen aksiyona hazır vaziyette. Onu maceralarından birine davet ediyor. Bu zamana kadar bu tür şeylerden uzak kalmış ve mezuniyetine haftalar varken yakalanmaktan korkan Q başta çekingen davransa da konu Margo olunca ister istemez kabul ediyor.

30 Ocak 2014 Perşembe

20. ÜKG Blog Turu: Acıtan Güzellik - Georgia Cates



Tur Takvimi:

30.01 | Kitap Hayvanı'nın Günlüğü


Üç ay sürmesi konusunda anlaşmıslardı… Ama aşkları sınır tanımayacaktı.
Jack McLachlan nam-ı diğer Mağara Adamı, Avusturalya’nın en gözde bekârlarından milyoner bir şarap üreticisiydi. Başarısı, ünü ve zenginliği, romantik ilişkilerini karmaşık ve sorunlu bir hale getiriyordu, bu yüzden basitliği seçiyordu: isimsiz, kısa ilişkiler.
Bu onun oyunu ve kurallarıydı. Ta ki Laurelyn Prescott hayatına girene kadar.
Ateşli oyunun kuralları değismek zorunda kaldı, çünkü genç kadın öncekilere hiç benzemiyordu. Amerikalı nefes kesici müzisyenle iliskisi basladığı andan itibaren Jack’in ayakları yerden kesildi. Hiçbir sey planladığı gibi gitmemeye basladı ve Jack kuralları birer birer kendi elleriyle yıkmak zorunda kaldı.
Ve Laurelyn, mümkün olmayanı, mümkün kıldı.


29 Ocak 2014 Çarşamba

Kitap Yorumu: Ölümcül Merhamet - Robin LaFevers


Böyle bir dönem okumaya başlayıp yarım kitapların ne kadar iyi olduğunu görünce kendime nasıl sövüyorum anlatamam. Ama her kitabın zamanı cidden var galiba. O dönem okusam sevemeyeceğim bir kitap olabilir Ölümcül Merhamet. Gününü beklemiştir belki.Gelince de beni kendine hayran bırakmıştır hemen.

İlk başta söylemem gerekir ki, çoğu kitapta olduğu gibi Ölümcül Merhamet'i okumadan önce de yanlış izlenimlere kapılmışım. Kötü anlamda değil elbette ama insan konuyu görünce kafasında ister istemez bir şeyler şekillendirir ya; benimki bayağı farklı bir şeydi.

 Assassin yani Suikastçi olayını çok severim. Ama öyle bir sevmek değil bu. Kadın Suikastçiler'e küçüklükten beri âşığım. Küçükken bir ara, elimde annemin şişleriyle adam öldürme taktiklerini çalıştığımı bile bilirim. Hattâ bir ara bu konuyla ilgili bir şeyler yazmaya kalkışmıştım. O konulara hiç girmeyelim şimdi. Anlayacağınız benim uzun zamandır ilgimi çeken bir konu bu ve hakkında yazılmış adam gibi eser bulamıyordum. Ölümcül Merhamet'i görünce balıklama dalışa geçmem bu yüzdendi. Geçtiğimiz günlerde önümde 14 saate yakın bir otobüs yolculuğu görününce 50 sayfasını bile okumadan elimden bıraktığımı hatırlayıp çantama atıverdim. İyi ki de yapmışım. O işkence gibi yolculuğu katlanılır kıldı kitap.

Hani otobüste saat 8 oldu mu ışıklar kapanır, herkes uyku moduna geçer, televizyonlar açılır falan. Ben arkamdaki adamın bana sövdüğünü bile bile okuma ışığımı açtım ve saatlerce kitabın içine gömdüm kendimi. Kapağını bile kapatamadım. Molalarda kapatmak zorunda kaldığımda içimde burukluk oluştu. Gerçekten günümü kurtaran şeydi ve minnettarım Robin LeFevers'e. Aradığım kitabı değil belki ama ona yakın bir şeyi yazmış benim için.

Kendi derdimi anlatmak kitabı anlatamadım. Şimdiye kadar bir tek suikastçi kısmını aktarabilmişim. Daha fazla kelimelerin içinde kendimi kaybetmeden başlayayım en iyisi.

14 Ocak 2014 Salı

ÜKG Kapak Tanıtımı: Acıtan Güzellik - Georgia Cates


ÜKG 5.kez Kapak Tanıtımı postuyla karşınızda!
Facebook sayfamızı takip edenler, eminiz ki şu an ''Yeter, sadede gellllll'' modundadır. Çok beklettiğimizin farkındayız. Ama artık yavaş yavaş bu sürecin sonuna gelmeye başlıyor ve bugün kitabımızın ismini ve kapak görselini yayınlıyoruz!

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...