Çok sevgili yazarım Maggie Stiefvater'ın favorileri listesinde görüp de okunacaklar listeme eklediğim, sonra da yıllar sonra hatırıma düşüp okuduğum kitaplardan biri daha Stolen.
Günlerden bir gün Kitap Hayvanı'nın kısa zaman içinde yetiştirmesi gereken bir ödev varmış. Bu ödev için de okuması gereken bir kitap. Ama bizim Kitap Hayvanı ne yapmış; gitmiş en olmaması gereken anda kendine bu kitabı bulup bir anda başlamaya karar vermiş. Ardından saatlerce okumuş ve yarım günde bitirmiş.
Kısa ancak ibretlik masalımdan da anlaşılacağı üzre Stolen elimden sadece üç ya da dört kez bırakıp soluksuz okuduğum kitaplardan biri oldu.
Gemma, ailesiyle beraber bulunduğu Bangkok havaalanında ona tuhaf bir şekilde tanıdık gelen bir yabancı ile tanışır. Ve daha sonra o yabancı tarafından kaçırılır. Onu esir alan adam tarafından çok uzaklara, Avustralya'ya kadar götürülür ve ansızın kendini hiçliğin ortasında, medeniyetten ve kaçma imkânı olabilecek her şeyden yoksun sadece onunla, yani Ty'la baş başa bulur.
Ben görmeden önce gördün sen beni. Ağustos'un o gününde, havaalanında; gözlerinde o bakış vardı, sanki benden bir şey istiyordun, sanki o şeyi çok uzun zamandır istiyordun. Kimse daha önce bana öyle, bu yoğunlukta bakmamıştı. Beni huzursuz etti, şaşırttı sanırım. O mavi masmavi gözler, buz mavisiydiler ve onları ısıtmamı beklermiş gibi bana bakıyorlardı. Güçlülerdi ve biliyorsun, o gözler, oldukça güzeldiler de.
Henüz on altısında olan Gemma bu muhtemelen kaçık adamın kendisinden ne istediğini bile bilmemektedir. Ancak Gemma elinden gelen her şeyi dener. Kaçmaya çalışır, Ty'a zarar vermeye hattâ onu öldürmeye çalışır. Ne yazık ki çölün ortasında, Ty'ın kendileri için yarattığı ve ne haritalarda ne de başka bir yerde var olan bir yerde sıkışıp kalmıştır.
Ve Gemma ne kadar istemese de Ty'ı tanımaya, anlamaya başlar. Ty ona şehir hayatına olan nefretini anlatır ve eski yaşamını. Anlaşılan o ki tek istediği bu cennet olarak gördüğü yerde Gemma ile birlikte yaşayabilmektir. Üstelik ona zarar vermeyeceğine dair yemin bile eder. Arada yaşadığı ruh hâli değişimlerini saymazsak isteyerek zarar verdiği de söylenemez.
"İnsanlar alıştıkları şeyi severler, sanırım."
"Hayır." Başını salladın. "İnsanlar sevilmesi gereken şeyleri sevmeliler. Böylece onları kurtarabilirler.”
Stolen, oldukça süssüz bir dilde yazılmış ancak beni etkilemeyi başaran romanlardan. Bunun en baştaki sebebi sanırım kendimi Gemma'nın yerine çok fazla koymam. Kitap okurken zaten bunu çok yaparım (herhalde hepimiz yaparız), eğer kendimi ana karakterin yerine koyabiliyor ve onun yaşadıklarını vücudumun her yerinde hissedebiliyorsam kitap benim için ayrı bir köşeye yerleşmiştir. Gemma'nın, Ty'a yazdığı mektuptan oluşan bu kitabı okurken de ölesiye bir empati kurdum. Başta bu ne idüğü belirsiz, deli adamın neden on altı yaşında bir kızı kaçırdığını ve onu havaalanı gibi bir yerden alıp bir hiçliğin ortasına getirecek cesareti nereden bulduğunu merak ettim. Sonra nefret ettim. Ardından anlamaya başladım. Çünkü şöyle ki Lucy Christopher'ın Ty'ı bize sunuş biçimi ne şeytan ne de bir melek. Ortada bir yerlerde, yanlış yolları seçen, psikolojik rahatsızlıkları olan bir adam.
Gemma'nın mektubunu okurken de bu bahsettiğim şeyleri fark ediyorsunuz. Bir yandan Ty'ın bu kadar şeyi tek başına başarmış olmasına hayran olmadan duramıyorsunuz ve doğaya olan tutkusunu ağzınız açık okuyorsunuz, sonra ise yaptığı bencilce ve korkunç şey aklınıza geliyor ve kendinizi derin bir ikilemin içinde buluyorsunuz. Tüm kitap boyunca bu ikilemlerin içinde debelendim durdum.
“Kabul edelim, çaldın sen beni. Ama hayatımı da kurtardın. Ve ortada bir yerde asla aklımdan atamadığım farklı ve güzel bir gösterdin. Ve seni oradan da atamıyorum. Beynimin içine kendi damarlarımmış gibi yerleştin.”
Kitabı kapattığında Gemma ile aynı duygular içinde olduğumu biraz korkarak fark ettim. Bu bir Stockholm Sendromu vakası mı? Belki. Evet. Fakat Ty beklediğimden çok çok farklı bir adam mıydı? Kesinlikle. Ürpererek onu gayet iyi anladığımın ayırdına vardım. Aynı zamanda Gemma'nın güçlü kişiliğine ve doğru kararlarına da içimden alkış tutmadan duramadım.
Kitabın büyük kısmının geçtiği Avustralya'nın Büyük Sandy Çölü beklenmedik şekilde beni etkileyen mekânlardan. Normalde çöl ikliminden nefret ederim. Kim sever ki? Ty'ın gözünden bakmaya başladığımda ise güzelliklerini gördüm galiba. Çünkü Ty Aborjinler'in öykülerini, inanışlarını biliyor ve anlatıyor. Onun çölün renklerine duyduğu sevgi ve kendini o sessizliğin, sonsuzluğun içinde mutlu hissetmesi ister istemez size de aktarılıyor.
Stolen, genç yetişkin türünün "karanlık" kitaplarından biri. Maggie'nin favorileri listesinden şaşmamam gerektiğini bana bir kez daha hatırlattı. Çok etkilendim. Ty'a Gemma ile beraber elveda dedim. Genel ahlak kurallarınızı sorgulatacak, kafanızı karıştıracak bir kitap ve önerilerim arasında.
*Alıntıların çevirisini bir sabah vakti ben yaptım. Hatam varsa affola.
Puan: 5
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder