1 Aralık 2013 Pazar

Kitap Yorumu: The Fiery Heart - Richelle Mead


The Fiery Heart, Kanbağı/Bloodlines serisinin 4. kitabı. Serinin ilk üç kitabı için yazdığım yorumlar:


Bence The Fiery Heart serinin içindeki, hattâ Richelle'nin yazdığı en duygusal kitaptı. Vampir Akademisi serisine ne kadar büyük saygım olsa da Kanbağı'nı ondan daha çok sevdiğimi bilen biliyordur. Bunun ilk sebebi elbette ki Adrian. Ama kitaplar ilerledikçe başka nedenler de üstüne eklenmeye başladı. Richelle bu seride cidden döktürüyor. Bazıları VA'ya göre zayıf bulsalar da, bence karakter gelişimi ve duygusal anlamda kesinlikle en iyi YA kitaplarının başında geliyor.

The Fiery Heart'ta, Adrian ve Sydney (yani Sydrian u.u) artık birlikteler! Biraz gizli bir birliktelik bu ama olsun. Sydney hâlâ Simyacılar'dan dampirlere ve Moroi'ye olan sempatisini saklamak zorunda. Bu yüzden en yakın arkadaşlarına bile söylemiyorlar birlikteliklerini. Gizli gizli mesajlaşıyorlar, özel bir Aşk Telefonları bile var! 

Şimdi belirtmek istiyorum ki (bunu her yeri geldiğinde tekrarlayacağım ve bunun için üzgün değilim) Sydrian Richelle'nin yazdığı en harika çift! Hiç bana Rose ve Dimitri demeyin. Onlardan bin kat öndeler. Nasıl desem bilemiyorum... Bir kere çok gerçekçiler. Ve birbirlerine olan aşklarını her düşüncelerinde belli ediyorlar. The Fiery Heart'ı hem Sydney hem de Adrian'ın bakış açısıyla okuyoruz ve bu kafalarının içini anlamamız, dolayısıyla benim bu yorumu yapmam için yeterli bir neden. Bence. Ve bunu sadece biz değil, Adrian'ın bağının diğer ucunda olan Jill de seziyor. Hattâ onlarınki gibi bir aşk için dua ediyor. (O da gözünün önünde de ya, neyse.)

İkincisi ise Adrian'ın Sydney için yaptıkları. Adrian'ı hepimiz biliyoruz; kendini ruhun kontrolüne bıraktı mı dünyayla ilişkisini kesiyor. İçki, sigara, kafasını uyuşturacak ne varsa kullanıyor. Çünkü çok fazla ruh kullanmak onu deliliğin eşiğine getiriyor. Ancak Adrian, benim biricik Adrian'ım, Sydney'le geleceklerini düşünerek içkiye tövbe ediyor. Zaten sigarayı bırakmıştı. Ve bunu zorla değil, gerçekten isteyerek yapıyor. Evet, Rose'la birlikteyken de bir şeyleri düzeltmeye çalışmıştı. Ama bu kadar değil. Sydney, Adrian'ın içindeki o mükemmel adamın ortaya çıkmasına yardımcı oluyor.


No one had ever cried for me before. Honestly, I didn't think I was worth anyone's tears.
-Adrian

Ama ne yazık ki Adrian önünde sonunda ruh gücünü kullanmak zorunda. Bu da çalkantılı duygular ve içkiye olan ihtiyacın artması demek. Sydney ise bu sırada Simyacılar'ın etkisinden kurtulmak için yaptığı çalışmalara devam ediyor. Marcus'dan öğrendiği dövmeleri kendi yaratmaya çalışıyor. 

Pek çok kişi ilk kitabı okurken Sydney'i sevmedi, biliyorum. Ancak bence ustaca yazılmış bir karakter o. Tipik YA kızlarından değil. Çok zeki, çok temkinli ama aynı zamanda çok duygusal. Hele onun bir de âşık hâlini görün. Bu kitapta iyice sevdim Sydney'i. Adrian'la ilişkilerini gördükçe gülümsedim. Tabii yeri geldiğinde de üzüldüm. Ama ne kadar iyi bir karakter olduğunu bir kere daha anladım. Çünkü güçsüz de değil. Büyü konusunda kendini geliştiriyor Sydney. 

Adrian ve Sydney'in ilişkisi öyle süt liman değil. Tabii ki inişli çıkışlı. Neyse ki her seferinde bir çözüm yolu buluyorlar. Yine de kitap sizi  ele geçirmeden duramıyor. Birbirlerine çaresizce yardım etmeleri sizi derinden etkiliyor. En azından beni delice etkiledi. 

"Don't look like that. Everything's going to be okay. The center will hold."
"How do you know?"
"Because we are the center."

Richelle Mead ilk iki kitapta yadırgadığımız kurguyu bu sefer harika tutturmuş. Yine aksiyon sahneleri çok yok. Zaten bence ihtiyacı da yok ama Richelle olayları öyle bir kurgulamış ki tahminleriniz öyle kolay kolay tutmuyor. Tutsa bile o ana kadar unutmuş oluyorsunuz çünkü Sydney ve Adrian'ın ilişkisi sürekli dikkat dağıtıcı unsur olarak karşınıza dikiliyor. 

Kitap, hem Sydrian sahneleriyle bol bol "Ayyy" dedirtiyor, hem güldürüyor, hem üzüyor, hattâ sonda da bir güzel ağlatıyor. Richelle yine cliffhanger'ın dibine vurmuş. Altına da imzasını atmış. Kitap bittiğinde düştüğünüz boşluğa bir de bu eklenince kendinizi TARDIS'ten uzayın derinliklerine doğru atlamış gibi hissediyorsunuz.

Bunlar dışında yan karakterlerin güzelliğinden de bahsedip yazıyı yavaşça sonlandırayım. Jill, Eddie, Angeline, Trey ve aralarına yeni katılan Neil da kitapta önemli yer teşkil ediyorlar. Açıkçası hepsine ayrı ayrı bayılıyorum ama favorim her daim Eddie. Ne mükemmel bir adamsın sen! Jill'le ilişkilerinin daha da gelişmesini iple çekiyorum. (Olacak elbet sonunda!) Zoe ise... Neyse, baştan beri sevmediğimi belirteyim sadece gitsin. 

5. kitap Silver Shadows'un çıkmasına daha aylar var. Ve ben duygu fırtınaları içinde kalakalmış durumdayım. Richelle Mead, bana göre yazdığı en iyi kitapla gönlümde bir kez daha taht sahibi oldu. Canım yandı fakat değecek bir acıydı bu. 

Eğer okuyacaksanız bu fırtınaya siz de hazırlıklı olun. Unutmayın;


Ve son bir şey: CENTRUM PERMANEBIT!

Puan: 5




Hiç yorum yok :

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...