Böyle sonlar yasaklanmalı! Yooo, olamaz! Olmamalı...
Sonuyla beni bunalıma sokan bir kitap oldu The Golden Lily. Bloodlines yani Kanbağı serisinin ikinci kitabı Temmuz'da yurtdışında çıkmıştı, Türkçe edisyonu ise hâlâ hazırlanıyor. Tabii ben bu seriyi orijinal dilinde takip ediyorum. İyi ki de öyle yapıyorum; yoksa çıkmasını bekleyene kadar fena olurdum.
Her neyse, The Golden Lily Sydney'in Simyacılar tarafından çağrılmasıyla başlıyor. Ona bir tür hapishaneye nakledilen Keith ile ilgili sorular soruluyor. Keith'in insanlara vampir kanıyla yapılmış Simyacılar'ınkine benzer dövmeler satmasının arkasında vampirlere duyduğu yakınlık var mı diye soruyorlar. Sydney, dürüstçe öyle bir şey olmadığını söylüyor. Ama aslında bu konuda ikileme düşen kendisi elbette. Jill, Eddie, gruba yeni katılan Angeline ve Adrian'la olan yakınlığı ve hepsine duyduğu hisler Sydney'in iyice kafasını karıştırmış durumda. Bir Simyacı olarak Moroi ve dampirlerden nefret ederek yetiştirildiği için bir yandan onlara değer verirken, Simyacı yanı bunu her halükarda reddediyor.
Sydney, Amberwood lisesine devam etmekte ama bu kez kendi odası var. Yaptığı başarılı işler doğrultusunda Simyacıların güveniyle beraber, özel odasını da kazanmış. Angeline, Jill'in yeni oda arkadaşı. Ve Jill cephesinde de işler bir hayli karışık. Jill, Micah'la yakınlaşırken; ona âşık olan Eddie ise uzaktan izlemekten başka bir şey yapamıyor. Eddie'nin durumumu da beni pek üzüyor açıkçası. Üstelik Angeline de Eddie'yi etkilemekle uğraşıyor gibi duruyor.
Adrian ise Dimitri ve Sonya'ya geri dönüşen Strogoilerle ilgili araştırmada yardım ediyor. Bundan hiç memnun olmasa da. Sydney'e bol bol şikayet ediyor. Eh, tabii bunda deney arkadaşlarından birinin Dimitri olmasınında büyük bir etkisi var.
Sydney'in kanını Strogoilerin içemediğini hatırlayan Sonya, Sydney'e kanını inceletmesi için baskı yapıyor. Ancak Sydney, kanını hiçbir vampirin eline vermemekte kararlı. Bu konuda ona arka çıkan ise Adrian oluyor. Adrian'ın Sydney'i savunuşu görülmeye değer.
Bu arada Sydney de hayatında ilk defa bir erkekle çıkıyor. Hem kendi hem de etrafındaki herkes için tuhaf bir durum bu. Fakat çıktığı çocuk (Breydan'dı sanırım adı, çok garip ismi var. Adrian bu konuda ona çok takılıyor tabii.) tıpkı kendisi gibi. Bir tür "nerd" yani. Sydney onunla gayet iyi anlaşsa da eksik bir şeyler olduğunun farkında. Ve Adrian çocukla her daim dalga geçiyor. Tahmin edeceğiniz gibi kıskançlığından.
Vee evet! Adrian Sydney'e fena halde tutulmuş durumda! Kitap boyunca bol bol bir araya geliyorlar ve biz de Adrian'ın tavrındaki değişiklikleri iyice kavrıyoruz. Sydney'in de ona karşı bir şeyler beslediğini de hissediyoruz elbette. Ama kendisi bunu anlamamakta çok başarılı. Hem de sinir bozucu derecede!
"Sen, bu dünyada gördüğüm en güzel yaratıksın."
The Golden Lily'de aksiyon sahneleri daha az. Ama bunu hiç ama hiç hissetmiyor. Çünkü Sydney ve Adrian sahneleri her şeyi unutturacak cinsten. Öyle ki, gözüm çok kötü yorulmuşken bile kitabı okuma peşindeydim. Bu yönden Kanbağı'ndan daha iyi bir kitap olduğunu belirtmeliyim.
Kitap, Sydney karakterine ısınmama çok yardımcı oldu. Gerçekten, çok zeki bir kız. Rose nasıl cesursa, Sydney de bir o kadar zeki. Biraz kendime benzettim onu sanırım, ama onun kadar kör olmazdım ben herhalde. Ancak o sahne her şeyi yıkıp geçen cinstendi. Buradan Richelle Mead'a sesleniyorum: Üzme artık şu Adrian'ı. Yeterince ezdin geçtin çocuğu zaten! Bırak mutlu olsun bir kere de!!!
Son olarak, üçüncü kitap The Indigo Spell'de istediklerimin olmasını istemekten başka çarem yok. O da Şubat'ta çıkacakmış zaten! Ahh, neyse sakinim...
Dipnot: Kitap, Altın Zambak adıyla Artemis Yayınları'ndan Türkçe olarak çıktı.
Puan: 5
siz ingilizce bilenler ne şanslısınız..
YanıtlaSilHayattaki en büyük zevkin için kullanmaya karar verirsen kolay aslında. Sırf kitap okumak için geliştirenlerdenim ben de. Liseden kalan bir ilgim vardı elbette ama oradan kalan bilgi sonradan öğrendiklerinin yanında sıfır kalıyor.
SilTek yapmanız gereken, dili hafif ama sizi heyecanlandıran bir kitaptan başlamak. Gerisi çorap söküğü...
Sydney ne kadar zekiyse bir o kadar da kör olmalı! Karşısında Adrian varken insan nasıl erimez ki? Okumayayım spoiler olur diye düşündüm ama okumadan yapamadım, hele sonunu nasıl merak ettim anlatamam! Şu yazarların sevilen erkek karakterleri üzmelerine sinir oluyorum, yazık değil mi bize?
YanıtlaSilCidden çok güzel bir yorum olmuş, okumak için sabırsızlanıyorum. ama biz garipler de Artemisin insafına kaldık tabii :(
Eriyor erimesine, ona karşı tuhaf bir çekim hissettiğinin farkında ama bunu genele indirgeyip ne olduğunu çözemeyecek kadar saf.
SilKimseye üzülmedim Adrian'a üzüldüğüm kadar. İçimi parçalıyor resmen. O yüzden sonunu o kadar da merak etme derim ben. Saçı başı yolduracak cinsten çünkü.