10 Ağustos 2012 Cuma

Kitap Yorumu: Kanbağı - Richelle Mead



Ahh, benim zavallı Moroi'm! 

Büyük bir Adrian fanı olduğumu bilmeyen yoktur. Vampir Akademisi'ni okurken bile her daim onun tarafını tutmuştum. Sırf sonunu bildiğim Son Fedakarlık'ı 2 yıla yakın bekletmiştim. Sevdiğim karakterlerin acı çekmesine hiçbir zaman dayanamadım, dayanamam. Biraz fazla hassasım bu konuda. Kanbağı'nın çıkacağını ve Sydney'in bakış açısıyla anlatacağını öğrendiğimde hiç umurumda olmadığını itiraf etmeliyim. Evet, Simyacıların dünyası bir hayli ilginç ama yine de beni çeken bir şey yoktu. Ama kapak görseli yayınlanıp, Sydney'in yanındakinin Adrian olduğunu öğrendiğimde kitaba bir şans vermeye karar verdim. Tabii bunun için önce Vampir Akademisi'nin son kitabını bitirmem gerekiyordur. Onu da geçtiğimiz günlerde (bol acı çekerek) hallettim. Ve işte Kanbağı'nın sırası geldi de geçti bile!

Öncelikle söylemeyim ki bu seri ilkinden farklı olacak gibi duruyor. Orijinal Vampir Akademisi serisinin bittiği yerden yaklaşık bir ay sonra başlıyor. Ve daha önce de belirttiğim gibi bu sefer hikayeyi bize Simyacı Sydney Sage anlatıyor. Sydney'i ilk seriden hatırlayacaksınız. Rose'un hapishaneden kaçışında büyük rol oynamıştı. İlk ortaya çıktığında ona pek ısınamamış olsam da Kanbağı'nı okudukça yavaş yavaş Sydney'i de benimsemeye başladım.


Kanbağı'nın farklı olmasının nedenlerinin başında elbette Sydney geliyor. O bir Simyacı. Ve vampirlerden nefret ederek yetişmiş bir genç kız. Üstelik Simyacılar onun üzerinde son derece büyük baskı oluşturuyorlar. Kitabın başında Sydney, babası tarafından uykusundan uyandırılıp evlerine gece vakti gelen Simyacıların yanına götürülüyor. Elbette, onların Sage ailesinden istediği bir şey var: Kızlarından biri. Sydney veya kız kardeşi Zoe bir görev için seçilecek. Fakat Sydney, henüz dövmeleri yapılmamış, yani Simyacı olmamış, kız kardeşinin bu işe bulaşmasını istemiyor. Bu yüzden kendisini öne sürüyor. Babası ve Simyacılar daha önceki davranışları yüzünden onu otoritesizlikle itham etse de tecrübesi yüzünden göreve kabul edilmesini uygun buluyorlar.

Sydney'i görevi yine vampirlerle ilgili. Moroi prensesi Jill'e bir saldırı düzenlenmiş ve bir süre Saray'dan ve eski okulundan uzaklaşmak zorunda. Bu durumda devreye Sydney giriyor. Jill'e yeni okulunda, tabii ki yanında gardiyanlarla birlikte, eşlik edecek Simyacı Sydney'den başkası değil. 

Jill'in Palm Springs isimli çölün ortasındaki bir şehirde okula gidilmesine karar veriliyor. Yanında ise Sydney'le beraber, yine ilk seriden tanıdığımız Eddie, Sydney'in nefret ettiği Simyacı Keith ve Adrian Ivashkov geliyor. 

Kitap, ilk başlarda sıkıcı denebilecek bir durgunlukla ilerlese de Adrian'ın olaylara iyice dahil olmasıyla hız kazandı. Zaten romanı pek çok yerde de Adrian-Sydney diyalogları kurtardı. Aksiyon bakımından Vampir Akademisi'ne nazaran zayıf olsa da, sonlara doğru artan heyecan tatmin ediciydi. 

Sydney, Jill ve Eddie ile beraber gitmekle yükümlü olduğu okulda öğrencilerin Simyacılarınkine benzer metalik ya da gümüş dövmeler yaptırdıklarını ve bunların öğrencilere sportif yetenekleri gibi bazı özelliklerini artırdığını keşfediyor. Bu gizemi çözmek elbette Sydney'e kalıyor. Adrian'la, dövmeleri yapan dövmeciye gittiklerinde, Adrian'ın oradaki adamı oyalamak için hayalindeki dövmeyi anlatışı kahkahalara boğulmamı sağladı. 

"Öyle mi? Motosiklet sürüp üzerinden ateşler çıkan bir iskelet çizebilir misin? Ve iskeletin kafasında bir korsan şapkası istiyorum. Ve omzunda da papağan olsun. İskelet bir papağan. Veya belki bir ninja iskelet papağan? Yo, bu çok aşırı olur. Ama motosiklet süren iskelet bir de ninja yıldızları atsa süper olurdu. Ateşlilerinden."

(Kitabı İngilizce okuduğum için çeviri bana aittir.)

Sydney'in Moroi ve dampirlerden ölümüne korkarken, Jill'e giderek ısınmasını hattâ Adrian'ı bile önemsemeye başlaması alıştıra alıştıra verilmişti. Kitap genel olarak güzeldi. Ama keşke sonu öyle olmasaydı! Neyse, hatırlayıp sinirlenmeyeceğim...

Kısacası benim gibi Adrian hayranıysanız çok çok seveceksiniz. Adrian'ı mini golf oyna(yamaz)rken, ismini Jet Steel olarak değiştirip ortalıkta dolaşırken, Sydney'le bol bol uğraşırken, Jill'e ağabeylik duyguları beslerken, iş bulmaya çalışırken ve resim çizerken göreceksiniz. 

Adrian, umarım hak ettiğine kavuşur ve Sydney'le yakınlaşmaları kötü bitmez. Çünkü sanırım ikisini yakıştırdım.

En yakın zamanda ikinci kitap The Golden Lily'de görüşmek üzere!


Puan: 4



5 yorum :

  1. Bu kitabı Son Fedakarlıktan sonra okumak istemiştim fakat son kitabında çok üzüldüğüm için hiç başlamak gelmemişti . Yinede Vampir Akademisi kadar iyi değil sanırım ...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ahh, kimse o kitapta benim kadar üzülüp kendini yerden yere vurmamıştır. Ben dayandıysam, sen de dayanırsın diye düşünüyorum.
      Evet, Vampir Akademisi'nde aksiyon daha boldu (ki ben aksiyon bağımlısı değilimdir, o yüzden bu kitabı da en az ilk seri kadar sevdim) ama devam kitaplarında güzelleşeceğine eminim.

      Sil
    2. :D ben aksiyonlu olunca daha bi kendimden geçiyorum :) Ama bu kitaba da bi şans versem iyi olur . Herkes güzel diyor . Bide ben okuyım :)

      Sil
    3. Adrian seven herkes bir şans vermeli bence. :)

      Sil
    4. Adrian'a zaten bitiyorum orası ayrı :) Çocuğa yazık oldu Rose'u seviyo Rose Dimitriyi seviyo karmaşık ilişkiler işte :D

      Sil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...