13 Şubat 2013 Çarşamba
Kitap Yorumu: The Indigo Spell - Richelle Mead
Kanbağı/Bloodlines serisinin üçüncü kitabı The Indigo Spell 12 Şubat'ta orijinal dilinde yayımlandı. Aynı gün içerisinde de benim elime geçti. Oldukça uzun ve sancılı geçen bekleme süresinin ardından kitabı okuma sürecimi ancak "heyecanlı ötesi" olarak tanımlayabilirim. İki güne yaymak zorunda kalmış olmama rağmen sayfaların aktığı her dakika duygularım değişiklik gösterdi. Bazen çok sinirlendim, bazen yay gibi gerildim, bazen de sevinçten havalara uçtum. Açıkçası, bana böyle tüm duyguları yaşatan kitapları/serileri ayrı bir seviyorum, ne kadar çoğu zaman yazara ağzıma geleni söylesem de.
Kitabın içeriğine geçmeden önce, yorumumun sandığınız kadar tarafsız olmayacağını söylemek istiyorum. Bunun tek nedeni Adrian Ivashkov'dur. Efendim, kendisi benim ilk "book boyfriend"lerimden olup, aynı zamanda kötü çocuk potansiyeliyle her daim kalbimde taht kurmuştur. Aynı zamanda Vampir Akademisi serisini yarıda bırakıp, son kitabı 1 buçuk yıl bekletmemin sebebidir. O kadar seviyorum! Adrian'a olan hislerimden dolayı kitaba farklı gözle bakmam, hiç dürüst olmayacağım anlamına gelmiyor ama. Bu yazıyı okuyanlar muhtemelen Kanbağı/Bloodlines serisine başlamış, kitaplarının akıcılığı ve heyecanının farkındadırlar. Her şeye rağmen Richelle Mead en iyi genç yetişkin yazarlarından biri. Bunu da göz önünde bulundurun lütfen.
The Indigo Spell, Altın Zambak/The Golden Lily'ın kaldığı yerden devam ediyor. Hatırlarsınız ki, Adrian'ın kendisine olan duygularını "yanlış" bulan Sydney deyim yerindeyse "neticesine vura vura" oradan uzaklaşmış, biricik Moroi'mizi de kalbi kırık bırakmıştı. (The Ingido Spell'i bekleme aşamasında ne ah'lar aldı, ne küfürler yedi okurlardan, siz tahmin edin artık.) Eh, Adrian da artık kalp kırıklığı sendromuna alıştığı için çareyi kendini geri çekmekte bulmuş bu kitapta. İyi de etmiş aslında; çünkü Sydney'in ona söylediklerine pişman olduğunu ve çoğu zaman Adrian'ı düşündüğünü görüyoruz. Anlayacağınız, burnu biraz sürtünmüş bizim Simyacı'nın.
Birkaç hafta boyunca Adrian'dan haber alamayan Sydney ise gündüzleri tarih öğretmenliği, geceleri cadılık yapan Ms. Terwilliger'le uğraşıyor bir yandan. Ms. Terwilliger, Sydney'in içindeki büyü potansiyelini kullanmaya kararlı. Bu yüzden bir gece yarısı onu yurttaki yatak odasından sürükleyip, üzerinde pijamaları, ayağında ponponlu terlikleriyle, çölün ortasına götürüyor. Hattâ bununla kalmayıp kızcağıza bir yer buldurma büyüsü yaptırıyor.
The Indigo Spell'de Sydney ve diğer kahramanlarımız yeni baş belası Ms. Terwilliger'ın kız kardeşi Veronica. Bu kadın da tıpkı kız kardeşi gibi bir cadı ancak gücünü genç kızların yaşam enerjilerini çekip, gençliklerini almak için kullanıyor. Ms. Terwilliger'ın ısrarları ve içgüdülerinin tetiklemesiyle kendini tehlikenin ortasında buluyor.
Kitaptaki tek sorun bu zannediyorsanız çok ama çok yanılıyorsunuz! Kötü cadı Veronica'dan başka bir de Marcus Finch bilmecesi var. Kim mi bu Marcus Finch? İlk kitaplarda sinyallerini aldığımız, eski Simyacı, yeni İsyancı. Sydney'in kendinden bir şeyler bulduğu, gizemli adam. Bilindiği üzre Sydney artık dampirler ve Moroiler'e birer canavarmış muamelesi yapan ve yıllardır kendisini hapsettiğine inandığı Simyacılar'a karşı iyice şüphe duymaya başladı. İşte Marcus, onun Simyacılar'dan kaçış şansı olabilir! Yanağındaki o tuhaf renkteki dövme bir şeylerin işareti olabilir mi?
İki kitaptır kıvrım kıvrım kıvrandıran, çığlıklar attırıp, insana saçını başını yoldurtan Adrian ve Sydney ilişkisi bu kitapta da sınırlarda dolaşmaya devam ediyor. The Indigo Spell'de olayları çözerken değil de onları okurken çıldırıyorsunuz zaten. Sydney, Adrian'dan kaçmaya çalışırken, Adrian'ımız politika değiştirerek "Sen beni sevmesende, seni sevmemi istemesen de ben seni severim." diyor ve kalbimi bir kez daha fethediyor.
Bir de yan karakterlerimiz Jill, Eddie, Angeline var. Onları unutmadım elbette. Özellikle Eddie-Jill ilişkisi için ayrı heyecanlıyım. Ne kadar Eddie Angeline ile birlikte olmaya başlamış, bizim küçük Moroi prensesimiz de onları uzaktan izliyor olsa bile.
Ne söyleyebilirim ki; dünyadan soyutlanarak okudum The Indigo Spell'i. Adrian'a bir daha hayran olup, Sydney'den bir gıcık alıp bir sevdim. Ama sonu hakikaten tatmin ediciydi. Son üç bölümü nasıl okuduğumu bilmiyorum. Ne kadar finalde Richelle bizi ters köşeye yatırmaya çalışmış olsa da, mutlu mutlu kapattım kitabı. Tabii bu devam kitabında çileden çıkmayacağım anlamına gelmiyor ama ona daha aylar var zaten.
Sonuç olarak, kitap bittikten sonraki hâlim buydu;
Kitaba genel olarak baktığımda ise aynen böyle;
Şimdi geriye bir sonraki kitap The Fiery Heart'ı beklemek kalıyor.
Son olarak Adrian'a özel bir gif koyup finali yapıyorum. Her alaycı sözünde ve romantik oluşunda böyle bir tepki veriyorum;
Puan: 5
Etiketler:
adrian ivashkov
,
altın zambak
,
bloodlines
,
büyü
,
genç yetişkin
,
kanbağı
,
kitap yorumu
,
marcus finch
,
richelle mead
,
sydney sage
,
the indigo spell
,
vampirler
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder