Bugün bir ilke imza atıp, tarihin tozlu raflarından bulup çıkardığım bir kitabın yorumunu sizlere sunuyorum. Sanırım bu kitabı iki yıl falan önce okumuştum. Türkçesinin çıktığını öğrenince bir hayli şaşırmıştım; çünkü çıkacağını tahmin etmiyordum. Her neyse; benim okuduğum adıyla Meant to Be, sizin bildiğiniz adıyla Ruh Öküzüm'ün yorumuna yavaş yavaş geçmeme izin verin.
Aslında Türkçe adını duyunca bayağı afallamıştım çünkü malumunuz, oldukça özgün bir isim kullanılmış. Ama içeriği düşününce uygun olduğuna karar kıldım. Kitap, tam anlamıyla bir young adult aşk kitabı. Esas kız, lise çağlarında ve ergenliğinin hakkını veriyor.
Julia, kitap bağımlısı, Shakespeare hayranı, çalışkanlığıyla göz dolduran ve kurallara her daim uyan bir genç kızdır. Sınıfıyla birlikte gittikleri Londra gezisi onun için bir nimettir çünkü Shakespeare'in topraklarında dolaşacak, ayrıca sevdiği pek çok kültürel aktiviteye katılabilecektir. Ancak bu gezi ona henüz uçaktayken zehir olmaya başlar. Okulun en sinir bozucu çocuklarından Jason, durmaksızın onunla uğraşıyordur ve bu durum diğer öğrencilerin aralarındaki ilişkiyi yanlış anlamalarına sebebiyet veriyordur. Üstelik Julia'nın en yakın arkadaşı Pheobe de geziye katılamamıştır. Yani Julia, tek başına ve Jason ukalasıyla uğraşmak zorunda kaldığı bir gezide cehennem azabı çekmek üzeredir.
Aşka yürekten inanan Julia'nın anne ve babası, henüz lisedeyken âşık olup evlenmişlerdir. Julia onların her zaman birbirinin kaderi olduğunu düşünmüştür. Ve kendisinin de kaderi olduğuna inandığı biri vardır: Mark Bixford. Beş yaşından beri âşık olduğu kapı komşusu. Ne yazık ki Mark, Julia'nın farkında değildir.
Julia'nın kurallarından sapışı otele gitmesiyle başlar. Jason'un zoruyla bir partiye katılır. Onu şaşırtan şey partide normal Julia olmaktan kurtulup son derece rahat ve havalı (!) bir kız olabildiğini fark etmiş olmasıdır. Akşamdan kalma bir hâlde sabah kendine geldiğinde, telefonunda Chris adlı birinden son derece flörtöz bir mesaj olduğunu fark eder. Lâkin Chris'i bir gram bile hatırlamıyordur. Buna rağmen görüşlerinin çok benzer olduğu Chris'le mesajlaşmaya devam eder.
Bu arada, Londra gezisi ona Jason'un çok başka yönlerini göstermiştir. Sıklıkla onun tanıdığını sandığı Jason olup olmadığını düşünür olmuştur. Julia için iş iyice içinden çıkılmaz hâle gelmiştir. Zira hem kaderi olduğunu düşündüğü Mark onun farkında değildir, hem hatırlayamadığı Chris adlı bir çocukla mesajlaşmaktadır, hem de Jason'un kendinden hoşlandığını düşünmektedir.
Jason'la bir yakınlaşıp bir uzaklaşmaları Julia'nın kafasını gün geçtikçe daha da karıştırmaktadır. Bunun üstüne Mark da ortaya çıkınca artık bir seçim yapmak zorunda olduğunu anlar.
Kitap genel anlamda akıcıydı. Yani bende yarıda bırakma isteği yaratmadı. Ancak kurgu bir tür döngüden ileri geliyordu. Julia, Jason’la vakit geçiriyor, ondan hoşlanmaya başlıyor, sonra bir şey oluyor ya da biri geliyor ve bu duygularının hatalı olduğunu düşünüyor. Julia’nın kitap kurdu olması hoşuma gitti ancak kuralcılığı abartıydı. Zaten son derece klişe bir karakter. E, zaten hikâye de klişelikten pek farklı sayılmaz.
Julia'nın Jason’la olan diyolagları bazen gülümsememi sağladı. Sanırım kitabın en eğlenceli kısımları bu konuşmalardı. Olayların içine Mark girmeye başladıktan sonra kitap sıkıcı bir hâl almaya başladı. Kitapta şaşırtıcı bir unsur yoktu. Sadece sonundaki Chris olayı komik derecede küçük bir şaşkınlık yarattı. Kitapta hoşuma giden kısımlardan biri de Londra’yı gezdikleri yerler ve The Beatles ile ilgili göndermelerdi. Bunları göz önüne alırsak, kendini okutturan ancak sıradan bir young adult türünde çağdaş romans kitabı olmaktan ileri gelemiyor.
Puan: 2.5
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder