18 Kasım 2014 Salı

Anime Yorumu: Tokyo Ghoul


Aslında blogda anime yorumlamak gibi bir planım yoktu. Adına uygun olarak sadece kitap üzerine olmasını istiyordum. Sonra birkaç olay üst üste gerçekleşti. İlk önce Shingeki no Kyojin'i izleyip, bir güzel hayranı oldum. Zaman geçtikçe ona dair hislerimi yazıya dökmediğim için kendime lanet okumaya başladım. Ama artık çok geçti. Yorumları taze taze yazmayı ne kadar sevdiğimi biliyorsunuzdur. Ben hayıflandım, hayıflandıkça içimdeki yazma isteği büyüdü ancak bir türlü cesaret edemedim. Bugün Tokyo Ghoul'un son bölümünü izledikten sonra da bu isteğimi artık bastırmamaya karar verdim. Anlayacağınız, olabilecek en taze yorumla karşınızdayım. Zira en fazla 10 dakika önce (tabii burada yazıyı yazmaya başlarkenki süreden bahsediyorum) bitirmiş bulunuyorum Tokyo Ghoul'u.

Tokyo Ghoul aslında çok yeni bir anime. Sui Ishida'nın aynı adlı, 2011 tarihli 14 ciltlik mangasından uyarlanmış. 2014'te de animesi görücüye çıkmış. İlk sezonu 12 bölümden oluşan anime, Ken Kaneki'nin etrafında dönüyor ve ghoul (gulyabani, hortlak) adlı insan görünüşlü yaratıkları konu ediniyor.

Hikâyede Tokyo'daki faili meçhul cinayetler bir hayli artmış durumda. Aslında tam olarak faili meçhul denemez, çünkü bu cinayetlerin ghoullar tarafından işlendiğini herkes biliyor. Ghoullar (ben 'ghoul' demeyi tercih edeceğim çünkü 'gulyabani' falan demek kulağıma tuhaf geliyor), ilk bakışta insana benzeseler de esasen insanlardan veya birbirlerinden başka hiçbir şeyle beslenemeyen etobur yaratıklar. Oldukça vahşi olmalarının yanı sıra, kırmızıya dönüşen gözleri ve birazdan daha detaylı bahsedeceğim "kagune"leri ile dikkat çekiyorlar. Ghoullar, genel olarak insan içine karışabiliyorlar. Çok aç olmadıkları müddetçe ya da kendileri istemedikçe ne gözleri değişiyor ne de kaguneleri ortaya çıkıyor.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...