20 Mayıs 2013 Pazartesi

Kitap Yorumu: The Immortal Rules - Julie Kagawa


My vampire creator told me this: 


“Sometimes in your life, Allison Sekemoto, you will kill a human being. Accidentally or as a conscious, deliberate act, it is unavoidable. The question is not if it will happen, but when. Do you understand?” 


I didn’t then, not really. 

I do now. 


Allison Sekemoto, vampirlerin yönettiği bir dünyada yaşayan bir Unregistered, yani bir tür kaçak. Bu dünyada, ya kayıt yani Registered olup, damgalanacak, yani vampirlerin hizmetine gireceksiniz –böylece onlara düzenli şekilde kan vermek ve her istediklerini yapmak zorunda kalacaksınız- ya da yiyecek ve yaşam alanınızı kendiniz bulmayı kabul ederek tüm zamanınızı onlardan kaçmakla harcayacaksınız.

İşte Allison, ikinci seçeneği tercih edenlerden. Annesi öldüğünden beri bir Unregistered olarak hayatını sürdürüyor. Yıkıntı evlerden yemek çalıyor, vampirlere görünmemek için şehrin altındaki tünellerde seyahat ediyor, kendi gibi birkaç çocukla beraber yaşıyor. Allison tam anlamıyla güçlü bir karakter. Kendinden kesinlikle ödün vermiyor, yaşadığı yerdeki tek kız olması onda bir şey değiştirmiyor, her zaman güçlü, her zaman herkese ağzının payını verebilir. Yıllardır koruduğu, korkak arkadaşı Stick’e bulaşanları benzetebilir her an mesela.

Julie Kagawa’nın daha önce The Iron Fey serisini okumuştum ve ondan beri kendisini aşırı bir sempati besliyorum. The Immortal Rules’u okumamdaki büyük etken de buydu zaten. Açıkçası vampir hikâyelerinin sıradanlaştığını düşünenlerdenim. Sonuç olarak her kitap aynı yere çıkmaya başladı bu kadar eser piyasaya çıkınca. Ben de hâliyle sıkılır oldum. Fakat Kagawa’nın bu türde bir seriye başlaması ve içine distopya da katması beni çekti. Üstelik güzel bir vampir hikâyesi de yakalamış. Yarattığı distopik dünyanın karanlığını, karakterin üzerinde yarattığı etkileri hissedebildim. Ki bu benim için çok önemli bir etken. Bir distopya okuyorsam “Hâlime çok şükür.” diyebilmeliyim.

Julie Kagawa’nın vampirleri de bir tür sınıf ayrımına girmiş diyebiliriz. Kendi içlerinde kan bağlarına ve güçlerine göre kademelere ayrılıyorlar. Örneğin; şehrin efendileri olan vampirler var; onların kendinden alt türdeki tüm vampirlere ve tabii insanların hepsine hükmetme gücü var. Bu durum kendi vampirlerini yaratmada da geçerli. Ancak yeterince soylu bir vampir gerçek bir efendi vampir yaratabilir. Sınıf düştükçe yaratılan vampirlerin değeri de düşüyor. En alt kademe “rapid” dedikleri, tamamen kana susamış, insanlıkla alakası kalmamış yaratıklar. Bunlar şehir dışlarında başıboş hüküm sürmekteler.

8 Mayıs 2013 Çarşamba

Cover Reveal: Obsession - Jennifer L. Armentrout

Kim demiş Kitap Hayvanı yenilikleri sevmez diye? Seviyorum işte. Bugün de hayatımda bir ilke imza atarak orijinal dilinde bir kitabın "kapak tanıtımı" yani "cover reveal"ına yer veriyorum blogunda.

Bahsettiğim kitap herkesin çok sevdiği Lux serisinin yazarı Jennifer L. Armentrout'un, serinin kötü adamları Arumlar'a özel yazdığı, daha yetişkin içerikli yan kitabı niteliğindeki Obsession.

Açıkçası bu kitap için aşırı heyecanlıyım. Gerçi Jen ne yazsa okurum diyenlerdenim ama Obsession hem yetişkin hem de daha karanlık göründüğü için gözüme bir an önce okumak istediğimi belirtmeden geçemeyeceğim.

Çok fazla uzatmadan sizi kapağa ve tanıtım yazısına alayım:


7 Mayıs 2013 Salı

Kitap Yorumu: Gölge ve Kemik - Leigh Bardugo


Bir süredir okuma listemde duran Gölge ve Kemik'in sonunda üzerini çizebildim! Öncelikle bu kitabı neden bu kadar okumak istediğimi kısacık anlatayım; bir kere YA yani Genç Yetişkin kitabı, fantastik, hem de kendi dünyasını yaratmış, özgün bir fantastik, Rus kültüründen etkilenmiş, kapak tasarımı bir harika, içinde "Karanlıklar Efendisi" adında bir karakter var. Bu kadarı yeterli sanırım. Sonuncuyla çıtayı bulutlara değdirmiş bulundum.

Peki, Gölge ve Kemik bu saydıklarımdan sonra beklentilerimi karşıladı mı? Üzülerek söylüyorum ki, hayır. Maalesef çok farklı hayal etmiştim. Kitabın orijinal bulduğum kısımlarını sevdim. Gerçekten sevdim. Ama oralarda bir yerlerde hep eksik bir şeyler olduğunu hissediyordum okurken. Sayfalar ilerledikçe bu eksikler iyice kafamda canlanıp, yer edinmeye başladı.

Bir kere, başta da söylediğim gibi, yazar Leigh Bardugo kitabın başında haritasını da verdiği yeni bir dünya oluşturmuş. Ben böyle kendi dünyasını yaratmış fantastik romanlara tapıyorum. İnsanın kafasında tamamen oluşturabileceği bir kurgu oluyor. Hayal gücünü son zerresine kadar çalıştırman gerekiyor ve ben bundan aşırı zevk alıyorum. Fakat Gölge ve Kemik'teki dünyayı anlatırken yazar, hakikaten çok üstünkörü geçmiş bazı şeyleri. Grishaların ne olduğunu sadece bir paragrafta anlatmış. Ülkenin düşmanlarının sadece isimlerini vermiş. Yani detaydan ve betimlemeden biraz kaçmış. Bu da kafamda kurmaya bayıldığım o dünyayı beslemekte zorlanmama yol açtı. Yani, hayal ediyorsun etmesine ama sana yardımcı olmak için yazarın da bir şeyler vermiş olması lazım. 

Ayrıca kitaptaki karakterlere sıkı sıkıya bağlanamadığımı itiraf etmek zorundayım. Özellikle baş kahramanımız Alina'ya. Sen ki diyarın en güçlü kişilerinden biri olacaksın, hâlâ ürkek davranıyor, boyun eğiyor, kararsız kalıyorsun. Tabii bunu söylemeden önce Alina'yı ve Gölge ve Kemik'in konusunu azıcık çıtlatmakta yarar var.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...